Duayen Gazeteci Dursun Yatsıman’ın Muharrem Ertaş ile yaptığı son röportaj.
MUHARREM USTA’NIN SON RESMİ
“Hürriyet” gazetesi için röportaj yapmak üzere ölümünden onbir ay önce 1984’ün Ocak ayında Bağbaşı
Mahallesi’ndeki evinde ziyaret ettiğimiz Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Usta ve eşi Arzu… Solda Sedat Gürses,
sağda Halit Mutlu…
Yaşadığı Bağbaşı Mahallesi’nden şehre eşeğiyle inip hayvanın yularını Mithat Saylam Caddesi’nde tarihî
Sülükçüler Konağı’nın altındaki dükkânın kepenk demirlerine bağlayarak “eşeğini sağlama aldıktan” sonra
çarşıda işlerini görmeye çıkan, işini bitirdikten sonra eşeğine binip evine dönen Muharrem Usta 1984 yılında
perişanlık içinde ölmüştü.
Kendisini gecekondu önleme bölgesindeki tek gözlü evinde sefilleri oynarken ziyaret edip “Hürriyet” gazetesinin
yan kuruluşu “Hürgün Gazetecilik”in çıkardığı “TV’de 7” dergisi adına “Bir Pınar Kuruyor” başlığı altında
yayınlanan son röportajını yaptığımız, iki evliliğinden 8 çocuk, 16 torun sahibi olan Muharrem Usta’nın ölüsü de
ortada kalmıştı.
Öldüğü gün yakınlarından Zurnacı Ayvaz (Başaran) Usta gazeteme gelip “Muharrem Agam sizlere ömür Dursun
abey. Kimse ilgilenmiyor. Cenazesi ortada kaldı” dediğinde yüreğim cız etmişti. Hemen Vali Fikret Güven’i arayıp
durumu bildirdim. Vali Güven kısa sürede elinden gelen her şeyi yaptı ve Muharrem Usta’nın cenazesini
Ankara’dan gelen bir TRT ekibinin de katılımıyla adına lâyık bir şekilde Bağbaşı Mezarlığı’na kaldırttı.
300’ün üzerinde ezgisi bulunan“Ustaların Ustası” Muharrem Usta son ziyaretimizde geçirdiği felç yüzünden
kalkıp oturmakta zorluk çekiyor, sürekli öksürdüğü için güçlükle konuşuyordu. “İçini kemirip benliğini yok etmeye
çalışan kurda” lânet okuyor, “Meşhur olmak güzel şey. Ne var ki unutulmak çok acı…” diye söyleniyordu. Sık sık
“ölüm”den söz eden “Büyük Usta”nın o gün bize “bozularcasına” okuduğu “Yakarış” şiirini oğlu Neşet Ertaş’ın
ruhuna ve diğer bütün Abdal ustalarına ithaf ediyorum:
Hey Allahım, sen var iken
Ya ben kime yalvarayım?
Senin ismin gaffar iken
Ya ben kime yalvarayım?
Od âlemi parlayınca,
Baştan beyin kaynayınca,
Senden imdat olmayınca
Ya ben kime yalvarayım?
Altımızda taşlar batar,
Üstümüzde otlar biter,
Yılan, çiyan mekân tutar,
Ya ben kime yalvarayım?